İPUCU #37: İnsan Lineer Artış Göstermeyen Risklere Nasıl Tepki Veriyor?
İnsan lineer artış gösteren risklere göreceli duyarlı bir yaklaşım sergileyebiliyor. Ancak doğrusal artış olmayan senaryolarda, yani algı bazında nötr seyreden ve gelecekte gerçekleşme ihtimali olan risklere karşı daha duyarsız olabiliyor.
Hemen birkaç örnekle bunu somutlaştırmaya çalışalım.
Örneğin sigara tüketen biri bunun sağlığına zarar vereceğinin farkında olsa da, buna karşı gerekli adımları atmayabiliyor. Festinger, 1957’de yaptığı çalışmada buna bir açıklama getirebildi. Buna göre, insanın düşünceleri ve davranışları arasında bir çelişki gözlemlendiğinde beyinlerimizin söz konusu uyuşmazlığı çözmenin en kolay yolunu seçme eğilimi gösterdiği tespit edildi. Bu bakış açısına göre; insan bilinçsiz de olsa sigarayı bırakmanın zor olduğunu bildiği için, düşüncelerini manipüle ederek fikirleri ve davranışlarının uyumlu hale getirmeye çalışıyor. “Sigarayı azalttım”, “Zaten çok fazla tüketen biri değilim” gibi söylemler bu sürece destek oluyor. Ancak, ne zaman ki insanın sağlığı ile ilgili şüpheleri oluşuyor, o an itibariyle bu konuya yaklaşımı değişebiliyor ve risk algısı yükselebiliyor.
Diğer bir örnek ülkemizdeki deprem sorunu. Bir gün deprem olacağını biliyoruz. Ancak, bunun ne zaman olacağını tam olarak bilmediğimiz için ve bu zaman zarfında farklı riskler beynimizin dikkatini çekebildiğinden depreme karşı önlemler almakta zorlanabiliyoruz. Daha doğrusu, hiç farkında olmadan önlem mahiyetindeki davranışlarımızı öteleyebiliyoruz. Ancak ne zaman ki, yaşadığımız yere yakın bir lokasyonda deprem oluyor, bizlerin de risk algısı bir anda tavan yapabiliyor.
Benzer süreci Koronavirüs olayında da tecrübe ettik. Bu salgının ülkemizi etkileyebileceğini biliyorduk. Fakat, ilk vaka haberi paylaşılana kadar özel bir önlem almak aklımıza bile gelmedi. Sonrasını, hepimiz biliyoruz...
PEKİ YA İŞ DÜNYASI?
İnsanın genel yaşamı üzerine örnekler vererek risk algımız hakkındaki bazı dinamikleri somutlaştırmaya çalıştık. Ancak pek tabii ki, bu yazımızdaki temel amacımız insanın söz konusu eğiliminin iş hayatına nasıl sirayet edebildiğini ortaya koyabilmek.
Belki de bu konudaki en sıcak örnek dijital dönüşüm. Aslına bakarsanız, dijitalleşme ilk başlarda geleceğe dair bir ihtiyaç olarak kendini gösterdi. Bazı kurumlar bu konuda gerekli adımları atma cesareti gösterdi. Kendilerini geleceğe hazırlamak için yıllar öncesinden aksiyon aldılar. Ancak, zaman içerisinde bu adımın geleceğin vazgeçilmez bir unsuru olacağı vurgulanmaya başlandı. Yani, günümüzde bazıları için lüks veya ötelenebilir bir iş kalemi gibi görülen dijital dönüşüm ilk risk sinyalini vermeye başlamıştı: “Dijitalleşmeyen, gelecekte kaybedebilir.” Ancak, "gelecek" kavramı belli bir tarihle somutlaştırılmadı. Belki de bu nedenle, bu stratejik iş kalemi aynen depremde olduğu gibi algısal olarak ötelendi. Diğer yandan dijitalleşme konusu, Koronavirüs nedeniyle iş dünyasının en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Özellikle, evden çalışma durumunun ve potansiyel bir sokağa çıkma yasağının tüm iş süreçlerini etkileyebilecek olması dijital dönüşüm konusundaki algımızı hızla değiştirdi. Artık dijitalleşme, iş dünyasının olmazsa olmazı olarak ele alınmaya başlandı.
Dijitalleşme konusu sıcak bir örnek olsa da, benzeri yaklaşımların farklı projelerde de kendini gösterebildiğini belirtmek isteriz. Örneğin, kurumunuzu geleceğe hazırlamak ve rekabette avantaj sağlamak için gündeme getirilmiş projeler ötelenmiş olabilir. Her sene, söz konusu çalışma gündeme getiriliyor ve gündelik değişkenler nedeniyle bir türlü hayata geçirilememiş olabilir. Bunun temel nedeninin zamansızlık veya o projenin önemsiz görülmesi olmadığını, insanın zaman ve risk eksenindeki algı mekanizması olduğunu unutmamakta fayda var.
Simon Sinek’in de dediği gibi; insanı iyi anlayan, işini daha iyi yönetebilir.
Azor Brand & People Solutions