Firmanızı Konfor Alanının Dışına Çıkarın

Firmanızı Konfor Alanının Dışına Çıkarın

12/09/2018 | Azor Brand & People Solutions
Tahmini Okunma Süresi: | Kelime

 

Başlığı okuduğunuzda bir an da olsa duraksamış ve kendinize şu soruyu sormuş olabilirsiniz: “Firmaların, departmanların ve hatta markaların konfor alanı olur mu?”.

Aslında bu sorunun cevabı çok net: insanın konfor alanı var ise, insanın oluşturduğu veya işlettiği tüm yapıların kendilerine özgü konfor alanları vardır. Bu nedenledir ki, bazı projeler kağıt üzerinde harikulade detaylarla çalışılmış olsa da bir türlü hayata geçmez ya da beklentiyi karşılamaz. Zira bu iş kalemlerini hayata geçiren insanlar ister istemez konfor alanı tuzağına düşer ve belli aksiyonları almakta hiç farkında bile olmadan zorluklar çekerler. Zorlu iş kalemlerinin veya meydan okumaların üzerine gitmemeyi tercih eder, mevcut güven çemberleri içinde kalmayı tercih edebilirler.

Firmaların/departmanların hatta markaların konfor alanlarının nasıl oluştuğunu algılayabilmemiz için konfor alanı psikolojisini yakından irdelememiz gerekiyor.

 

Konfor Alanı Nedir?

Bilimsel bir kavram olan “konfor alanı”nı şu şekilde tanımlayabiliriz:  “İnsanın kendini halihazırda aşina hissettiği bir ortamda, her şeyi kontrol edebildiği yanılgısına düştüğü ve kendini rahat hissettiği psikolojik evre.”

Diğer yandan, siz de fark etmişsinizdir; bu kavram son zamanlarda oldukça popüler hale geldi ve hayatın birçok alanında farklı anlamlarda kullanılmaya başlandı. Popüler kültürün temas ettiği birçok konuda olduğu gibi “konfor alanı” kavramında da yanlış algılar oluşmaya başladı. 7 yıldır davranış bilimleri ve konfor alanı psikolojisi alanlarında yaptığımız çalışma ve araştırmalardan yola çıkarak, konunun detaylarını paylaşmak isteriz. 

En basit haliyle konfor alanı psikolojisi üç evreden oluşuyor: 

 

1.    Konfor Alanı: Minimum stres, rahatlık ve durağanlığın hüküm sürdüğü evre.

2.    Heyecan Alanı: Doğru derecede stres nedeniyle, performansın arttığı, gelişimin, hareketin ve heyecanın olduğu evre. Biz bu bölgeyi “Sihirli Alan” olarak adlandırıyoruz.

3.    Kaygı Alanı: Yüksek derecede stres ve kaygının hüküm sürdüğü, bocalamanın ve kararsızlığın kendini gösterdiği kaygı evresi. Biz bu bölgeyi “Felç Alanı” olarak adlandırıyoruz.

Konfor alanının dışındaki tüm evrelerde insan strese maruz kalıyor. Bu noktada, devreye söz konusu stresin dozu giriyor. 100 yılı aşkın süredir yapılan araştırmalar doğru derecede stresin insanın performansını artırdığını ortaya koyarken, kaygı niteliğindeki stresin harekete geçme süreçlerini sabote ettiğini gösteriyor. Doğru derecede stres, insanı konfor alanından çıkarıp heyecan alanına sürüklerken; kaygı alanına çıkan bir kişi tabiri caizse zihinsel bir felç yaşıyor ve en kısa zamanda konfor alanına geri dönmeye çalışıyor. Zira yüksek stresten kurtulup kendini tekrar güvende hissetmek istiyor.

Genel anlamda konfor alanını bu şekilde ortaya koyabilsek de, gerçekleştirdiğimiz çalışmalar söz konusu kavramın tek başına irdelenmesi durumunda verimli sonuçlara ulaşılamadığını ortaya koyuyor. Biz, tescilli modelimiz olan Cozmo® (Comfort Zone Model for Business) ile “konfor alanı”nı ek iki kavramın desteği ile analiz ediyoruz.

Konfor alanı psikolojisi ve nöro bilim insanın karar verme ve harekete geçme süreçlerine karşılık gelirken; VUCA Dünyası insanın içinde yaşadığı konjonktürü tanımlıyor. Gelin hep beraber bu 2 başlığı ve konfor alanı psikolojisi üzerindeki etkilerini irdeleyelim. 

 

Beynimiz ve Konfor Alanı Psikolojisi

İnsanın verdiği her karar beynin yapısıyla ilgili olduğu için, konfor alanı psikolojisini irdelerken beynimizi iyi tanımak gerekiyor. Bu organımız oldukça karmaşık bir yapıya sahip. Bu nedenle, insanın karar verme sürecinde yaşadığı zihinsel aktiviteleri, beynimizin onlarca bölümüne ve sayısız hormonuna girmeden en basit haliyle açıklamaya çalışacağım.

İnsan beyni 3 ana katmandan oluşuyor. Neokorteks, limbik beyin ve sürüngen beyin. Sürüngen beynimiz, limbik sistemimizin kontrolü altında olduğu için biz iki ana bölge üzerinde duracağız.

Yeni beyin olarak da adlandırılan neokorteksimiz, beynimizin dış zarına karşılık geliyor ve insanı zihinsel aktiviteler bazında diğer canlılardan ayırıyor. Genel olarak mantık, analitik düşünce, rakamlar, analizler, lisan kullanımı gibi konulardan sorumlu olan beynimizin bu bölgesi, insanları problemleri çözme konusunda yetenekli kılıyor.

Limbik beynimizse, bu mucizevi organımızın merkezinde yer alıyor. Eski beyin olarak da adlandırılan bu bölüm, diğer canlılarla ortak noktalarımıza karşılık geliyor. Zira limbik sistemimiz duygularımızdan, var olma ve üreme gibi temel dürtülerimizden sorumlu. İçimizdeki ses, 6. hissimiz gibi kavramların kaynağı olan bu bölge birine aşık olmamız, güvenmemiz, bir markayı sevmemiz, firmamıza bağlı olmamız gibi konularda sahneye çıkıyor. Neokorteksimizin kağıt üzerindeki problem çözme yeteneğinin aksine, limbik beynimiz o problemleri tüm duygularımızla yaşamamıza, dolayısıyla stresi tecrübe etmemize sebep oluyor. 

Diğer yandan, bizler kendimizi her ne kadar mantıklı varlıklar olarak görsek de yapılan araştırmalar ağırlıklı olarak duygularımızla karar verdiğimizi ortaya koyuyor. Yani limbik beynimiz aldığımız kararlarda ağırlıklı olarak neokorteksimizin önüne geçiyor. Bunun en önemli sebeplerinden biri beynimizin neokorteks bazlı aktivitelerde çok fazla enerji harcaması. Cornell Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma ortalama bir Amerikan vatandaşının günde 35 bin civarında karar aldığını ortaya koyuyor. Beynimiz, böyle bir durumda neokorteksi yormak yerine limbik beyni ön plana çıkarıyor ve hayatımız boyunca edindiğimiz tüm tecrübeleri baz alarak bilinçsizce sayısız karar almamıza sebep oluyor. Limbik sistemimiz, arka planda bitmek bilmeyen bir risk analizi sürecini de yürütüyor. Var olma dürtümüz gibi konulardan da sorumlu olduğu için biz farkında olmadan verdiğimiz tüm kararlarda potansiyel problemlerin minimum olacağı yönde kararlar veriyor. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, beynimiz bir yol ayrımına geldiğinde bilinçsizce daha önceden kullandığı yönü seçme eğiliminde oluyor.

Diğer bir deyişle, limbik beynimiz riskten ve stresten uzak durmak istiyor. Yani, beynimizin bu gizli aktörü ne heyecan alanına çıkmamızı ne de kaygı ile karşılaşmamızı arzuluyor. Özetle, bizleri konfor alanlarımıza hapsetmeye çalışıyor.

 

VUCA Dünyası

Volatility, Uncertainty, Complexity ve Ambuguity kelimelerinin kısaltması olan bu sözcük, insanın yaşadığı dünyayı en yalın şekliyle ortaya koyuyor. Kısaca; günümüz dünyasının çok hızlı değiştiğini, belirsizliklerle dolu olduğunu, anlaşılmasının ve öngörülebilmesinin zor olduğunu vurgulayan VUCA, insan beyninin hiç ama hiç hoşuna gitmeyen bir mesaj veriyor: “Bu dünyada hiçbir şey kontrolünün altında değil ve var olman tamamen yönetemediğin değişkenlere adaptasyon yeteneğine bağlı.”

Normal olarak böyle bir ortamda yaşayan insan beyni, strese daha fazla maruz kalıyor. Kağıt üzerinde planladığı her işi hayata geçirme sürecinde, daha önceden planlamadığı ve kontrol edemediği bir çok etkenle karşılaşıyor ve mevcut stres seviyesinin kaygıya dönüşme riskiyle karşılaşıyor. Beynimiz de, daha fazla riskten kaçınan bir tavır sergiliyor ve bizi mümkünse konfor alanlarımızda sabit tutmaya çalışıyor. VUCA kavramı, sürekli hareket alanında kalma zorunluluğumuzu vurgularken “Heyecan Alanı”nın CESARET, “Konfor Alanlarımızın” ise bir harf farkla ESARETe karşılık geldiğini gösteriyor.

Bunun en yakın örneğini Ağustos ayında yaşadık. Dengesiz kur hareketleri ve gelecek günlerdeki belirsizlik neredeyse tüm firmaların ellerindeki yeni projeleri askıya almasına sebep oldu. Eğer gerçekten neokorteks bazlı düşünen varlıklar olsaydık, söz konusu yeni iş kalemlerinin firmalarımızın daha iyiye gitmesi için hayati önem taşıdığını düşünüp bir şekilde bunları hayata geçirirdik. Ancak, karar kademesindeki herkes insan olduğu için çok normal şekilde böyle bir belirsizlik ortamında öncelikle var olma dürtüsüyle hareket etti ve mevcut durumu korumayı tercih etti.

 

Firmanızı Konfor Alanının Dışına Çıkarmak İçin Neler Yapabilirsiniz?

Konfor alanı psikolojisini nöro bilim ve VUCA Dünyası gerçekleri dahilinde incelediğimizde iki tehlikeli alan olduğunu görüyoruz. En tehlikeli evrenin “Kaygı Alanı” olduğunu söyleyebiliriz. Zira, bu alanda insanlar, dolayısıyla firmalar kararsızlıklar yaşayabiliyor ve normalde çok iyi yaptıkları şeyleri bile limbik sistemleri kendilerini güvende hissetmediği için hatalı şekilde hayata geçirebiliyorlar. İkincil tehlike alanı ise “konfor alanlarımız”. Bu alan, riskin minimumda olduğu, benzer uygulamaların tartışıldığı, durağanlığın olduğu ve VUCA gerçeklerinde statükonun korunmaya çalışıldığı edilgenlik alanına karşılık geliyor. Söz konusu evre, insanı ve insanlardan oluşan firmaları onlar farkına bile varmadan bir mıknatıs gibi kendine çekiyor. Beyin yapımız da bu alandan çıkmamıza karşı oluyor. Genel amacın “Heyecan Alanı”na çıkmak olduğunu düşündüğümüzde de tüm süreçte organizasyonun stres seviyesinin doğru yönetilmesi büyük önem arz ediyor. Aksi takdirde, stres seviyesindeki artışlar insanları en tehlikeli alan olan kaygı alanına sürükleyebiliyor. 

Bu noktada; firmanızın konfor alanının dışına yapacağı yolculuğun hassas analizleri temel alarak sistematik şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini öne sürmek yerinde olacaktır. Yine de, teorik olarak uygulanması gereken adımları şu şekilde sıralayabiliriz: 

 

  1. Çalışanlarınızı doğru analiz edip, onların kaygı noktalarını belirlemeniz gerekiyor. Bu aynı zamanda firmanızın kaygı alanlarını ortaya koyacak bir çalışma olacaktır. Bunu takip eden süreçte de ya söz konusu kaygı noktalarını ortadan kaldırmanız ya da çizeceğiniz yol haritalarının bu unsurlara temas etmeden oluşmasını sağlamanız önem arz ediyor.
  2. Çalışanlarınızdan etkilenen firmanızın konfor alanı tanımını çıkarmanız gerekiyor. Bu alanı doğru tanımlamak, firmanızın bu güven alanına çapa atmasının önüne geçebilecek en önemli uygulamalardan biri. Yine de, bu alanı koruyup geliştirmeniz de büyük önem arz ediyor. Zira;

     

     

    1. Amacımız “Heyecan Alanı”na çıkmak olsa da, bu evrede belli derecede var olan stres insanı yorabiliyor. Konfor alanı ise böyle durumlarda, insana nefes alabileceği güvenli bir liman sunuyor.
    2. “Heyecan Alanı”na çıkan her organizasyon yeni bir şeyi tecrübe ettiğinde, sürece aşina hale gelmesi durumunda bu öğeyi konfor alanına alıyor ve güven çemberini genişletiyor. Yani, konfor alanlarımızı geliştirmenin ve genişletmenin yegane yolu “Heyecan Alanına” çıkan organizasyonlar yaratmaktan geçiyor.
  3. Limbik sistemimiz her ne kadar stres ve riskten uzak kalmaya çalıştığı için bizleri konfor alanlarımıza hapsetmeye çalışsa da, nöro bilim onu “Heyecan Alanı”na nasıl çıkarabileceğimiz hakkında bize yön gösteriyor. Yapılan çalışmalar, hedef kitledeki insanların geçmiş tecrübelerini göz önüne alarak kurgulanmış, doğru duyguları içeren mesajların onları konfor alanı çapasından kurtarabileceğini ve bir “neden/amaç/mana” uğruna stresi kabul edebileceğini gösteriyor.

 

Özetlemek gerekirse, konfor alanı psikolojisi insanın karar alma ve harekete geçme süreçlerini kritik şekilde etkiliyor. Firmalar, departmanlar ve hatta markalar insanların oluşturduğu, yönettiği unsurlar olduğu için ister istemez onlardan beslenen güven alanlarına sahip oluyorlar. Günümüz dünyası ise, tüm firmaların bu alanların dışına kontrollü ve belli bir sistematik dahilinde çıkması gerektiğini gösteriyor. Konfor alanlarının dışına çıkmayan firmalar değişemiyor. Değişemeyince, geleceğin bir parçası değil, sadece onun edilgen bir izleyicisi olmaktan öteye gidemiyorlar.

 

Sevgi & Saygıyla;

Emre Başkan

Kurucu